taş meselesi

28 Kas 2010

çok uzun yazmak istemiyorum. hani çok uzatılacak bir mesele de değil ama yeri burası sanırım ve yazmanın tam zamanı.
tüm meselem bir taş parçası, parçası diyerek aşağıladığımı düşünmeyiniz sakın, o da bahçedeki diğer taşlardan biri sonuçta ve en az o diğer taşlar kadar değerli bir taş.
konu bu değil, o değerli vaktinizi bir taş için çalmıyorum, sizin vaktiniz de o taş gibi değerli ama benim onu gereksiz yere çalmak gibi bir lüksüm yok, bunun için hiç birinizden izin almış değilim, ben sadece buraya kadar okumuş olmanızın bana verdiği yetkiye dayanıyorum.
neyse, işte bu taş, bahçede diğer arkadaşlarının yanında dururken, o sizden ve siz ondan bihaberken, her şey çok güllük gülistanlık.
ama işte adem akıllısınız ya siz, gidip o taşı bahçeden alıyorsunuz. çünkü bir kez gördünüz onu bahçede, diğer taşların yanında ve onu sevdiniz. çok fazla mı sevdiniz bilmiyorum, buna bir değer biçemiyorum ben, çünkü sevgi karşılıksızdır sonuçta. bunun anlamı, karşısına bir şey koyamıyor olmamız, bu onu paha biçilemez yapıyor.
bu yüzden insan çok sevemez bence, o sadece sevebilir.
işte o taşı sevdiniz ve aldınız bahçeden, buna hiç hakkınız yok baştan anlaşalım, insan sırf sevdi diye bir taşı bahçeden alamaz, almamalı. bahçeden bir taşı alma cürretini, bir sevgiye bağlayamaz, bağlamamalı. o paha biçilemez sevgi, bu cürreti karşılayacak kadar değil. çünkü az önce de söylediğim gibi onun bir karşılığı yok, onu bir şeye sebep veya sonuç yapamazsın.
ama aldın o taşı, insansın işte ve seni zaferlerinden çok hataların insan yapıyor. aldın o taşı koydun odanın en güzel yerine. bu güzellik sende tanımlı, çünkü bir taş için güzel nedir bilmiyorsun, buna karar veremezsin üstelik, bunu bir taşa da soramazsın.
taş konuşamayacağı için değil, bir taşa, bir hissini, kelimelerle ifade etmesi gereğini dayatamayacağın için. bir his tamı tamına bir kelimeye veya onun her hangi bir çoğuluna, bir cümleye, bir paragrafa veya bir metne nasıl sığar, hiçbir metin, hiçbir roman, hiçbir yazılı kaide, hiçbir hissi tam olarak anlatamazken? bütün o kelime dizileri, bir hissi anlatma teşebbüsüyken üstelik, üstelik bu denemeler son bulmamışken, hiçbiri başaramamışken. herhangi birinin başardığı yerde hepsinin son bulacağını bilirken ve halihazırda hiçbiri son bulmamışken ve diğer bir sürü "ken".
sen, ona bunu sorduğun anda, o sana cevap vermese bile, onun aklına gelen her şeyden sorumlu olursun.
bir hissi sorgulamak, onu öldürmeye kastetmektir her ne kadar hepimiz, her gün defalarca bu kasta öykünüyor olsak da, bunun kanunlardaki karşılığı öldürmek kadar büyüktür.
bir hissi sorgulamaya ceza tayin edecek şey, kanunlar değildir elbet. buradaki bu tayin hakkı, taşın kendisine aittir ve sen ve ben ve diğerlerimiz, taşa böyle bir seçim, böyle bir tayin yaptırmaya cürret edemeyiz, bu hiç haddimize değildir. işte sen alırsın o taşı ve koyarsın odanın en güzel köşesine, yani odanın bir köşesine, çünkü biliyorum, çünkü ben yaptım, aldım o taşı bahçeden, diğerlerinin yanından ve koydum odamın en güzel köşesine, yani odamın bir köşesine.
sen de yaparsın bunu, çünkü insan birdir, her birimiz aynıyız çünkü, hep aynı uzun senaryonun farklı bir karesiyiz, hepimiz aynı acının, aynı etin parçasıyız. hepimiz bu yüzden yalnızız işte, çünkü başka kimse yok, yüz binlerce tane var bizden. aynı şizofren bedenin farklı salınımları. kah kötüyü oynuyoruz, kah iyiyi. kah çalıyoruz, kah gidip asıyoruz çalanı. kendimize inat çalıyoruz ve cezalandırıyoruz kendimizi.
kendimizin o ukala suratına tükürüp gidip içiyoruz, kendimize takılıyor düşüyoruz, içten içe ölüyoruz.
diğerine özlem duyuyoruz hep, bir tane daha olsun istiyoruz, odanın karanlığında ve boşluğunda ve o insanın içine işleyen, tıka basa boğucu yalnızlığında biri daha olsun istiyoruz.
şizofrene bağlıyoruz kimiz zaman, bölüyoruz kendimizi, öyle seviyoruz, iki yarım bir tam etmezken üstelik, kendimize sonsuz aşklar oynuyoruz.
robotlar yapmaya kasıyoruz, düşünebilen bir tanesi için milyon dolarları gözden çıkarıyoruz. halbuki, düşünebilen bir tanesine paha biçilemez. biz yine aptalca paha biçmeye kasıyoruz.
ama insanız işte, bizi işte bu aptallığımız insan yapıyor.
tasarladığımız hiç bir robota bu aptallığı eklemiyoruz, tam tersine onun çok akıllı olması asıl amacımız, ve haddi olmayan hiçbir şeye cürret etmemesi.
üç robot yasası böyle diyip dayatıyoruz, "haddin olmayan hiçbir şeye cürret etme. ne bir insana zarar ver ne de zarar görmesine göz yum. ve bir taşı asla alma bahçeden." ve sonra insan olmasını umuyoruz bu robottan, düşünebilmesini. bir benliğe sahip olabilmesini.
aptalca çelişiyoruz ve üstelik bizi bu insan yapıyor.
sonuçta yalnızlığımız bitmiyor ama varsın bitmesin, biz insan olmanın bize verdiği yetkiye dayandık ya varsın taşa hak geçsin, alıyoruz onu ve koyuyoruz odamızın en güzel köşesine, yani bir köşesine.
her gün bakıyoruz o taşa, seviyoruz ya, sürekli aklımızda taş. onunla konuşuyoruz, dinleyip dinlemediğini bilmeden, dinlediğini umarak, dinlemesini isteyerek, hakkımız olmadan, haddimiz de olmadan umarak, konuşuyoruz durmadan.
hissettiğimiz bir şeyi kelimelere dökmeye kasıyoruz, şu dünya üzerinde hiç bir insanın yani tek bir insanın saçmalamadığı kadar saçmalıyoruz ve taştan bunun hakkında hiç bir yazılı izin almadan, bunu taşın hiç bir rızasına dayandırmadan saçmalıyoruz. ve saçmalamıyoruz aslında, sözlerimizin bir şeylerle çelişiyor olması doğal, çünkü o bütün bir şeyleri de biz söylemek durumundayız, sahnedeki bütün rolleri biz oynuyoruz, haliyle romeo da biziz onu sevgilisinden ayıran da, ve seven de onu. ve romeo kendisin seviyor aslında.
ve biz de taşı seviyoruz.
insan neden bir taşı sever ve ayırır onu bir bahçeden, diğerlerinden, diğer taşlardan ve belki çok soruştursak, o taşlar hep bir çıkacak ve o bir büyük taş tüm dünya olacak, ta ki o tüm dünya bizden, yani insanlardan, yani tek bir insandan başka her şey olana kadar ve insan odasına taşı koymamış bile olacak belki ama soruşturmuyoruz, çünkü hiç birimiz, yani birimiz taş değiliz ve bu sadece taşın, taşla olan meselesi.
sonuçta seviyoruz taşı, ilk an, ilk saniye ve dakika, saat ve gün, gün ve hafta ve ay ve yıl, belki on yıl.
ama taş karşılığında hiçbir şey vermiyor, vermek zorunda değil, vermemeli de üstelik. çünkü biliyor yada bilmiyor, onun karşılık vermesi sevginin tüm yapısına ters, sevgiye karşılık vermek onu yok etmek, öldürmek çünkü.
ve siz unutuyorsunuz taşı, çünkü o sizi sevmiyor. çünkü sizin tek istediğiniz, o taşın sizi sevmesiydi. çünkü sizin tek istediğiniz bu yalnızlığınızın, bu insanın içine işleyen, tıka basa boğucu ve acınası yalnızlığınızın bitmesiydi.
ama taş sizi sevmiyor işte, bu taşın suçu değil ve bu bir suç değil üstelik.
siz öyle yalnızken ve aslında kelimelerle anlatamadığınız bir hissin içindeyken ve asla kelimelerle hiçbir hissi anlatamayacakken, işte tam burada, işte tam bu anda, işte bu anlamsızlığınızda ve bu boğazınızdaki düğümle ve bu buğulu gözlerle, dolu dolu ağlarken üstelik, acınasılığın ve acizliğin ve diğer bütün acizetin yani insan olmanın, tüm aptallığı, cürretkarlığı ve tüm saçmalığıyla insanlığın, somut ve soyut en büyük eserisiniz. ve orada, ölüm öylece orada ve dayanılmaz ve siz seçersiniz ölümü, bu bir seçim değilken ve sizi buraya getiren tüm bu hikayeyi biliyorken üstelik, ve diğer bir sürü "ken", örneğin siz ölürken, örneğin herhangi bir son düşünceniz, düşüncemiz, göz kapaklarınız, kapaklarımız, kapaklarım kapanırken.

0 yorum:

Yorum Gönder